Çocuğumuzu Nasıl Girişimci Olarak Yetiştirebiliriz?
Girişimciler dünyanın en önemli insanlarıdır. Çünkü girişimciler istihdam sağlar. Bununla birlikte girişimcilerin ödedikleri vergiler kamu maliyesinin kaynağıdır. Ayrıca girişimcilerin zenginliği ülkenin zenginliğidir. Herşeyden öte girişimciler insanların konaklama, barınma, eğitim, gıda, giyinme, eğlence, tedavi vb. bütün gereksinimlerini karşılar. İşte bu nedenlerden ötürü devletler girişimcileri kendi ülkelerine çekmek için birbirleriyle yarışır, çeşitli teşvikler sunarlar. Özellikle büyük vergi ödeyen, büyük istihdam yaratan girişimciler aynı olimpiyat şampiyonu sporcular, önemli sanatçılar ya da bilim insanları gibi değerli aktörlerdir.
Schumpeter girişimciyi “başkalarının hissedemeyeceği şeyleri hissedip bunları organize edecek kişi” olarak tanımlar ve ekonomik kalkınmayı “girişimci” üzerinden açıklar. Başka bir deyişle, ülkenin gelişmesi, ilerlemesi “girişimcilerine” bağlıdır. Schumpeter, Yaratıcı Yıkım Teorisi’nde ülkeleri kalkındıran girişimcinin inovatif (yenilikçi) girişimci olduğunu vurgular. Yani bir ülkede yenilik yapan girişimciler varsa (çoksa) o ülke kalkınır. Burada bahsedilen inovasyon (yenilik) icattan farklıdır. Sözgelimi yeni bir üretim tekniği, yeni bir organizasyon modeli, yeni bir tedarikçi, yeni bir pazar gibi… Doğal olarak iş hayatındaki yenilik; hizmet ve ürün yeniliğine ek olarak yeni bir finansman, pazarlama, istihdam modeli de olabilir. Peki o zaman şimdi “girişimci, hatta yenilik yapacak girişimci nasıl ve nerede yetişiyor?” sorusunun yanıtları üzerine duralım. Girişimci olsun ya da olmasın bireyleri yetiştiren iki kurum okul ve ailedir. Sonuçta bizim yarınlarımızı güvende hissedebileceğimiz girişimcilerimizi yetiştirecek okul ve ailenin neler yapabileceğini irdeleyelim.
Okulda Neler Oluyor?
Geleneksel eğitim sistemi “doktor, avukat, mühendis, öğretmen” yetiştirir; maalesef “girişimci” yetiştirmez. Geleneksel eğitim sisteminin paradigması budur ve bu durum bütün dünyada aşağı yukarı böyledir. Sadece bize özgü bir sorun değildir. Bir örnekle açıklayalım, diyelim ki çocuğunuz müziğe, sanata ya da spora yetenekli ve siz de bu yeteneği değerlendirmek istiyorsanız, çocuğunuzu konservatuar ya da spor okuluna gönderebilirsiniz. Ancak çocuğunuz girişimci nitelikleri taşıyorsa onu nasıl yönlendireceğinize rehberlik eden kurum okul değildir. Oysa girişimcilerin ülkeye ne kadar çok katkı yapan aktörler olduğu biliniyor. Takip edebildiğim kadarıyla Batı ülkelerinde bu eksilik fark edildi ve onlar artık okulda girişimcilik konusunda rehberlik yapılmaya başlandı. Örneğin şu adreste Slovenya’da düzenlenen bir girişimcilik yaz okulu programı görülüyor (https://www.funtrepreneurship.eu/).
Okullardaki bir diğer yaklaşım eğitim sisteminin çocuklara “ne yapmamaları” gerektiğini öğretme üzerine kurulu olmasıdır. Yasaklar ve kötü davranışları pekiştiren bu yaklaşım doğru değildir. Başka bir deyişle geleneksel eğitim sistemi maalesef hep yasakları tekrarlamak üzerine kuruludur (koridorda gürültü yapma evladım sendromu). Oysa olumlu davranışlar pekiştirilse daha iyi olmaz mı? Okullardaki benzer anlayış çocukları değerlendirirken de sürmektedir. Çocukların “eksik” olduğu konuların giderilip, “iyi” olduğu konularda kayıtsız kalınması gibi. Sözgelimi lisede münazara yarışmalarında başarılı olan çocuklarımızın bu özelliğini geliştirip onları girişimciliğe yönlendirmek yerine neden eksik oldukları, sözgelimi matematikten ders aldırıyoruz? İnsan sevmediği bir alanda başarılı olabilir mi? Neden eğitim sistemi hep eksik konunun telafisi üzerine kurulu?
Burada vurgulanmak istenilen şudur: “Biz okulda girişimci özelliklerine sahip çocukları bulmalı, onları eğitmeli ve onlara girişimciliğin ‘harika’ bir şey olduğunu göstermeliyiz. Çocuklarımızı doktor, öğretmen, pilot olarak yetiştirelim ama aynı şekilde onların ‘girişimci’ olmasına da çalışalım”.
Üniversiteye gelindiğinde artık iş işten geçiyor. Üniversite aşamasında işletmede çalışacak “nitelikli” insanlar yetiştiriliyor. İşletmelerin pazarlama, satın alma, finansman, üretim, kalite, halkla ilişkiler birimlerinde çalışacak insanlar bunlar. Peki, kim kuruyor bu işletmeleri?
Türkiye’de Neler Oluyor?
Okul aşamasında yapılanlar -eksik- kalınca iş aileye düşmektedir. Geleneksel Türk girişimci yetiştirme modeli çocuğu yazın bir işte çalıştırmaktır. Bu yıllardır güzel işleyen bir yöntemdir. Birçok çocuk orada ilk defa para ve müşteri ilişkilerini öğrenmektedir. Ancak son yıllarda bu model işletmelerin -İş Güvenliği mevzuatındaki düzenlemelerden ötürü- geri çevirmeye başladığı bir yöntem olmaya başladı.
Türkiye’nin kültürel özellikleri birçok araştırmaya konu olmuştur. Kültürün iş hayatındaki yansımaları Hofstede, Trompenaars gibi araştırmacılar tarafından ayrıntılı olarak ele alınmış ve kültürleri birbirinden ayıran öğeler karşılaştırmalı olarak analiz edilmiştir. Burada ayrıntılı analizlere girmeden çocuk yetiştirme konusunda Türk kültürünün dikkat çeken özellikleri ele alınacaktır:
En çok dikkat çeken konu Anneanne/Babaanne Müdahalesi olarak özetlenebilecek durumdur. Türkiye’de ebeveynler (başta anneanne ve babaanneler olmak üzere) çocukların/torunların aç kalmasına ve üşümesine kıyamazlar. Yemek yemeyen çocukların ardından elinde kaşıkla evde dolaşan mı istersin, koşup terleyip hasta olmasın diye teneffüste okula gidip çocuğun atletini değiştiren mi istersin, örneklerimiz çoktur. Oysa özellikle yabancılar çocuk yemezse ağzına doyurmuyor; manto, kaşkol elinde çocuk peşinde koşmuyor. Mantık basit: acıkırsa yer, üşürse giyinir. İşte bu alışkanlık maalesef “inisiyatif” alamayan bireyler yetiştirmektedir. İnisiyatif alamayan bireyler 30 yaşına geldiğinde; annesinin bileziklerine, babasının emekli maaşına göz diker; küçük bir sorunla karşılaşınca ebeveynlerine koşar. Kendine verilen talimatlara itaat eder. Bunları akıl süzgecinden geçirmez. Türkiye’de telefonla dolandırıcılığın bu kadar yaygın olmasının nedeni budur. Binlerce insanın tanımadığı bir numaradan gelen çağrıya uyarak bankadan para çekip poşetle bir yerlere bırakması başka nasıl açıklanabilir? Bu nedenle aslında telefon dolandırıcılığını önleyecek en güzel kamu spotu şöyle olmalıdır: “Çocuklarınızın beslenmesine ve giyinmesine karışmayın”.
Girişimcilik konusundaki bir diğer sorun, Türkiye’de “girişimciliğin” meslek olarak kötü bir önyargıyla algılanmasıdır. Sinema ve edebiyat bu konuda etkilidir. Sözgelimi eski Türk filmlerinde, Türk edebiyatında girişimciler, iş adamları hep “olumsuz” bir karakter olarak resmedilmiştir. İşçileri işten atan, gecekonduları yıkan hatta sevenleri ayıran hep girişimcilerdir. Oysa vergisi ödeyen, insanlara iş veren, aş veren, onların türlü gereksinimlerini karşılayan, hatta hayırseverlik faaliyetleri de yapan aynı girişimciler değil midir?
Diğer yandan Türk televizyonları çocuklarımıza zenginliği, lüks yaşantıyı hep güzel bir kariyer olarak sunmakta, ancak rol model olarak Vehbi Koç ya da Nejat Eczacıbaşı gibi girişimciler yerine mafya lideri, futbolcu, manken vb. karakterleri örnek göstermektedir. Bu yönlendirmeler maalesef özgüveni olmayan, sabırsız, risk alamayan, talih oyunları peşinde koşan bir kuşak yetiştirmektedir. Üniversiteleri dereceyle bitiren başarılı öğrencilerimizin çoğunlukla kamuya girme hayalleri kurması özellikle araştırılması gereken bir vakadır.
****
Gillian Lynne’ın Öyküsü
Gillian Lynne 1930 yıllarda, İngiltere’de, 8 yaşında yerinde duramayan bir kız çocuğudur. Birgün okuldan yetkililer annesini çağırarak Gillian’ın öğrenme bozukluğu olduğunu ve doktora götürülmesi gerektiğini söyler. Annesi doktora gider. Doktor Gillian’ın yanına gider ve annesi ile özel görüşeceğini ve biraz beklemesini ister ve odadan çıkarken masadaki radyonun düğmesini açar. Sonra annesinin yanına gider ve “izle” der. Gillian bir süre sonra çalan müziğe uygun ritmle hareket etmeye başlar. Doktor annesinin yanına gelir ve “Gilliam hasta değil, o bir dansçı. Onu bir dans okuluna yazdırın” der.
Annesi doktoru dinler ve Gillian’ı bir dans okuluna yazdırır. Orada kendisi gibi kıpır kıpır insanlarla karşılaşan Gillian çok mutlu ve başarılı olur. Modern dans yaparlar, bale yaparlar… Sonra girmesi hayli zor olan Londra’da Kraliyet Bale Okulu’na kabul edilir ve derece ile mezun olur. Kendi dans okulunu kurar. Ardından Lloyd Web ile tanışır. “Cats” gibi, “Phantom of the Opera” gibi tarihin en başarılı müzikallerini sahneye koyarlar. Gilliam bugün hem mutlu, hem de zengin. Bir başkası ona ilaç tedavisi önerebilirdi.
****
Aileler Neler Yapabilir?
Ailenin çocuğu için yapabileceği en büyük iyilik çocuğun neyi sevdiğini erken keşfetmesidir. Çünkü insanlar sevdiği işte başarılı olur, Gilliam’ın örneğindeki gibi. Çocukların neyi sevdiğini ne kadar erken keşfedersek o kadar zaman kazanırız. Çok önemli bir diğer konu ise başarının kaynağını “doğru” açıklamaktır. Ebeveynler genelde başarının kaynağını “kolaycılığa kaçarak” açıklar. Bu doğru değildir. Başka bir deyişle, “ O şunun adamı”, “Bunun arkasında Bakan var” vb. bahaneler ileri sürmek belki bizi rahatlatır ama, çocukları “tembelliğe yöneltir”. Unutmayalım her başarının arkasında “çalışmak” vardır. İstisnalar istisnadır.
Başarılı işletmelerin “neyi nasıl yaparak başarılı olduğu” stratejik yönetimin yanıtını aradığı sorudur. Benzer şekilde hangi girişimcilerin nasıl başarılı olduğu da stratejik yönetim kapsamında irdelenebilir. Öte yandan kişisel başarının kaynağının ne olduğu konusunda yapılan önemli bir araştırma var: On Bin Saat Kuralı. Malcolm Gladwell, Outliers (Çizginin Dışındakiler) adlı eserinde neden bazı insanların daha başarılı olduğunu bu kuralla açıklamaktadır. NBA basketçilerini ve sanatçıları inceleyen Gladwell özetle şöyle diyor: “Herhangi bir yetenek sınavını geçecek düzeyde başarılı olan çocukların ileride nerede olacaklarını ne kadar çalıştıkları belirliyor.” Günde ortalama yaptıkları pratik saatlerini toplayan Gladwell yirmili yaşlara geldiklerinde toplam 6 bin saat pratik yapan kemancıların Milli Eğitim’de müzik öğretmeni olduklarını, 8 bin saat pratik yapan kemancıların iyi bir sanatçı olduklarını, 10 bin saat ve üstü pratik yapan kemancıların ise dünya çapında bir yıldız olduklarını belirtiyor. Sonuç olarak çocuklarımıza çalışmanın önemini aktarmalıyız.
Ailelerin diğer yapabilecekleri şöyle sıralanabilir: Çocuklarımıza düzenli harçlıklar vermeyelim. Bu onları memur olmaya sevkeder. Bunun yerine çocuklarımıza örneğin evde yapılacak işleri bulmasını isteyelim, sonra da hangi işleri kaça yapabileceği üzerine pazarlık yapalım. Kazançların yarısını tasarruf yapmasını öğretelim. Diğer yandan çocuklarımıza her gece masal okumayalım. Onlara dört-beş obje (fincan, tatil, dondurma, balık gibi) verelim ve bir öykü (masal) anlatmalarını isteyelim. Bu onların hayal gücünü artıracaktır. Ayrıca çocuklarımıza aile içinde, sözgelimi aile yemeğinde konuşma fırsatı sunarsak, çocuğumuzun topluluk önünde konuşma cesareti/becerisi artacaktır. Sonra onlarla yemeğe, alışverişe gittiğimizde iyi/kötü personelin, esnafın nasıl olduğunu gösterip karşılaştırma yapabiliriz. Çocuklarımıza eski oyuncaklarını internetten, sözgelimi LetGo’dan satmasını eline geçen parayı da tasarruf etmesini söyleyebiliriz. Böylece fiyatın nasıl oluştuğunu, pazarlığın nasıl yapıldığını, hatta internet dolandırıcılarının nasıl çalıştığını öğretebiliriz.
Çocuklarımıza kazandırmamız gereken en önemli konu “okuma” alışkanlığıdır. Okuyan insanların hayalgücü zenginleşir. Okumak beş duyuya birden hitap eder. Bu nedenle okuyan insanların zihinleri daha iyi çalışır. Okuyan insanlar güzel ve etkili konuşur, çevresindekileri ikna eder. Hayatı 200-300 sözcüğe sığdırmaz. Çocuklarımızla birlikte, onlarla yanyana okumalıyız. Onlara kitap okuyarak rol model olmalıyız, televizyon izleyerek değil.
“Jeff Bezos, Bill Gates, Warren Buffet, James Cameron, Mark Zuckerberg”. Bu insanlar dünyanın en zengin insanları ve ortak yönleri çok kitap okumalarıdır. Gates her yıl 15 gün sadece kitap okuduğu bir tatil yaptığını, Buffet vaktinin yüzde 80’inde kitap okuduğunu açıklamaktadır. Bezos ve Zuckerberg sürekli okuduğu kitaplar hakkında sosyal medyada paylaşımlarda bulunmaktadır. Cameron başarısını çok okumaya, meraklı olmaya borçlu olduğunu ifade etmektedir. Vakitleri milyar dolarla ölçülebilecek kadar değerli bu insanların kitap okumaya bu kadar çok zaman ayırması tesadüf olmasa gerek…
Girişimciler dünyadaki bütün ihtiyaçları gören ve bunları karşılayan kişilerdir. Girişimcilerin hayalleri vardır. Bu hayalleri gerçekleştirmek için etrafında insanları toplayabilirler. Daha çocuk yaşta “girişimci olma” düşüncesini benimsetebilirsek, bugün dünyadaki birçok sorunu çözebiliriz. Ülkemizi ileriye taşırız. NASA’nın bir sloganı var: “Başarısızlık diye bir seçeneğimiz yok” diyorlar (Failure is not an option) Ben buna katılmıyorum. Yenilik gerektiren her iş risk alınmadan yapılmaz. Ne yaparsanız yapın risk alacaksınız. Sadece girişimcilikle ilgili değil, her işte durum böyle, eğitimde, sporda, hukukta, sanatta. Ne yaparsanız yapın, “başarısızlık” diye bir seçenek vardır, bunu çocuklarımıza öğretmemiz gerekli, çocuklarımız ilerde başarısız olabilirler. Ancak cesur olmalılar. Korkaklık diye bir seçeneğimiz olmamalıdır.